Başlığın içinde bir beklenti var. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı yirmi bir yılda (kendi ifadesi ile) çıraklık ve ustalık dönemlerini çoktan aştı, küresel krizlerle yüzleşti, Anayasa referandumu yaptı ve hükümet sistemini değiştirdi. 2023 yılında; Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamak ve kalkınma yolunda büyük adımlar atmış olarak onu taçlandırmak gerekirken; maalesef ülke şimdi adına Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi (CHS) denen bir sistemin yarattığı ekonomik problemlerle boğuşuyor. AKP, geniş bir kesimce övgüyle bahsedilen 2002-2007 döneminde; olumlu küresel konjonktür ve kurumsal düzenlemelerle desteklenen dezenflasyon sonucu, orta gelir ülkeleri ortalamasından düşük ve geçmiş yıllar ortalamasına göre sadece 1 puan daha yüksek büyüme ile de olsa, refah kazanımları kaydetti. Ancak yaşanan krizler bu refah kazanımlarının kalıcı olmaktan çok uzak kaldığını, verimsiz kaynak aktarımları nedeniyle ekonominin artarak dışa bağımlı ve kırılgan hale getirildiğini gösterdi. *
Türkiye 2023 seçimlerine, dünyada en yüksek enflasyon oranlarından biri, yüksek oranda dolarizasyon, yüksek işsizlik ve azalan döviz rezervleri ile girdi. Durum bu iken dahi, muhalefetin iktidarı değiştirme çabaları başarısız kaldı. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra, TCMB Başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanı değişimiyle, iktidarın ekonomi yönetimine ilişkin yeni umutlar yeşertildi. Özellikle iki bürokratın küresel finans sistemine eklemlenmiş özgeçmişleri finansal piyasalara olumlu sinyaller verdi; CDS düştü, borsa yükseldi. Maliye Bakanı, bu bakanlığa CHS döneminde tevdi edilmiş görünen en önemli görev olarak dış ülkelerden para bulma görevini icra etmek üzere öncelikle Körfez ülkelerine seyahate çıktı. Hedeflerde en öne çıkan ihracat finansmanına ilişkin kaynak sağlandı haberleri geldiyse de sağlanan kredi miktar vefaizine ilişkin bilgilere tam olarak erişilemedi.
Yeni ekonomi yönetiminin ilk icraatları ve söylemleri ise şu şekilde oldu: Altı çizilen “rasyonel zemin” için ilk olarak yüksek oranda negatif reel faizden aşamalı olarak dönüş için, ihracat vb teşvikler istisna olarak, faiz oranı artışları hayata geçirilmeye başlandı. KDV oranlarında artış ve ek MTV'ler devreye girdi, ikinci konuta kredi sınırı değerin %22.5'ine indirildi, kredili harcamalara kısıtlamalar geldi. Gelirler politikasına ilişkin ise, ücret artışlarının hedeflenen enflasyon oranında yapılacağı planlanıyor. Marketlerde fiyatlar gün gün artar ve menü maliyetleri had safhada iken, hedeflenen ama beklentilere yansımayan enflasyon oranında ücret zammının ancak alım gücünü düşürdüğü ise artık herkesçe biliniyor. Üst gelir gruplarına değil, nüfusun %80'ine ulaşan yoksul kesim üzerinde ek yük oluşturduğu açık olan tüm bu politikaların hangi akılcılığa denk geldiği tartışılmalıdır. Sonuç olarak, küresel arz ve talep problemleri ötesinde, verimsiz kaynak dağılımı ve kurumsal zafiyetler temelli enflasyonun artış eğiliminin, ekonomiyi daraltıcı önlemlerle düşürülmesi mümkün görünmüyor. Aksine, durgunluk ve enflasyon birlikteliği (stagflasyon) olasılığı artıyor. Rezerv satışlarıyla tutulan kurda artış beklentileri ve enflasyon beklentilerinin kırılamayışı sonucu öne çekilen harcamalarla artan talep de enflasyondaki artışa katkıda bulunuyor.
Bu sırada, “Liralaşma” adı altında artan döviz yükümlülükleri TCMB'ye devredildi ve KKM'den çıkış için menkul kıymet ve zorunlu karşılık şeklinde önlemler alındı. %70'lere varan döviz mevduatların hala ekside olan TL faiziyle gereğinde gideceği yer olan borsada da hareketlilik yaşandı. Bu süreçte de kurdaki oynaklığın yine döviz rezervlerinin satışı ile engellendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program (OVP); uzun bir niyet listesi ve içinde adeta seçime girecek bir parti programında olması gereken hemen her taahhüt var. Olmayan ise, nereye ne harcanacağı ve refahı elinde toplayan kesimin tasarrufunun üretim ve istihdama dönüşmesinin nasıl sağlanacağı. OVP'deki genel ifadeler içinde elbette verimlilik, yüksek teknolojili üretim teşvikleri ve yatırım ortamının iyileştirilmesi gereği de var. Yatırım ortamının iyileştirilmesinin temeli olarak da, şu ana kadar liyakat ve verimlilik odaklı olmadığı aşikar olan teşvikler ve ihracatın desteklenmesi yer alıyor. Bunun yanısıra, AB'nin çıkarları doğrultusunda işbirliği çerçevesinde karbon ayak izi ve yeşil ekonomi vurgusu çokça var ki ebette ihracatımızın %40'a yakınını ilgilendirdiği için önceliklendirilmiş görünüyor.
OVP'ye göre 2026 yılında enflasyon tek haneye inecek ve yüksek gelirli ülkeler sınıfına yükseleceğiz. Bu vaatler güzel. Ancak gerçekleşse bile, bunlar %80'i yoksullaştırılmış nüfusun düşen alım gücüne ve yaşam kalitesine bire bir çare olmayacağı gibi, istihdamı ve işgücüne katılımı artırıcı kalıcı bir büyüme patikasına girmek için gerekli kurumsal yapının ve siyasi iradenin bu sistem içinde oluşamayacağı kanısındayım. Öncelikle enflasyonun ve diğer tüm problemlerin ana sebebi olan, ekonominin çarklarının siyasetin patronaj ilişkileriyle dönmesi sorunu çözülmedikçe; daraltıcı para, maliye ve gelir politikalarının yol açacağı durgunluğa karşın enflasyonda düşüş beklemek gerçekçi değil. Kamudaki israf, kamu zararına ihaleler, tercihli vergi harcamaları ile, kalkınma olasılığımız tamamiyle ters orantılı.
Yüksek negatif faiz döneminde krediye erişebilen kişi ve kurumlar büyük fayda sağladılar. Ancak artan karlılık ve servetin vergilendirilmesi hiç iktidarın gündeminde değil. Şu aşamada uygulanan daraltıcı politikaların tüketimin çoğunu gerçekleştiren en üst gelir grubu üzerinde büyük bir etki yaratmasını beklemiyorum. Bunun yansııra, yerel seçimler sonrası rekabetçi kura tam dönüş eğilimi ile ihracatçıya destek artarken, ithal ikamesi politikalarının yokluğunda döviz geçişkenliğinin enflasyona etkisinin de artması beklenir.
Son tahlilde, yerel seçimler sonrası döviz kuru OVP'de belirtilenden daha yüksek oranlara varır ve sağlanması beklenen dış kredilerle de ihracat desteklenir. Ara malda bağımlılığın azaltılması ve yüksek teknolojili üretime yatırım konularında yol kat etmek umudumuz. Ancak, girdi-çıktı tabloları yayınlanmayan, tarım sayımı yapılmayan, tarım stratejisi ABD tarafından belirlenen, yeşil ekonomi çerçevesinde üretim planlaması hegemonya çıkarlarını yansıtan uluslararası kurallara göre belirlenen bir ülkede, kalkınma bir yana, kalıcı büyüme patikasına girmek için gerekli planlamanın yapılabileceğini düşünmek çok iyimser kalıyor.
1 Bunu öngören bir çalışma için, bkz. Neyapti, B. (2013). Turkey's experience with disinflation: where did
all the welfare gains go?. Applied Economics Letters, 20(7), 664-668.