Dünya ve ülkemizdeki genel siyasi ve ekonomik gidişata baktığımızda öne çıkan tablo; siyasi istikrarsızlık, ekonomik çalkantılar ve küresel göç ve savaşa doğru bir eğilim. Türkiye, tüm bu türbulansın tam ortasında yer alıyor.
Batıya endeksli neoliberal ekonomi son derece kötü bir noktada. Savaşan Rusya’nın ekonomisi ayakta iken, savaşmayan Türkiye’nin ekonomisi çok kötü durumda örneğin. İthalata ve sıcak paraya dayalı ekonomik programlar, hem iç siyasi ekonomik çöküntüler hem dış bozulmalarla tam bir iflasa doğru gidiyor. Hukuk sistemi ve devlet düzeninin tek partiye indirgenmesi ithalata ve dış yatırıma dayalı politikaları da boşa çıkarıyor. Siyaset ise tam bir dini totalitarizme yöneliyor. Yerel seçimler sonrası iktidarın hesabı yeni bir anayasa ile gücünü perçinlemek. Bunu yapmak için Batılı sistemden icazet almak adına yeniden ABD’ye dönüş ve yeni tavizler ufukta görünüyor. Büyük güç rekabetindeki son durum ile bu gelişmeler birleştiğinde Türkiye açısından son derece tehlikeli bir tablo ile karşı karşıyayız. Dünyada giderek artan bir savaş baskısı var. ABD ve müttefikleri Ukrayna’daki yenilgiyi kabullenmek istemiyor. Avrupa, adeta intihar edercesine Rusya’ya karşı NATO şemsiyesi altında bir savaşa hazırlanıyor. Ukrayna’da ABD tarafından tohumları ekilen ve hasadı yapılan savaş, Avrupa ekonomilerini son derece kötü etkiledi. Filistin’de yaşanan İsrail soykırımı, bölgesel bir savaşa evrilmek için fırsat kolluyor. ABD’nin esasen planlamadığı bu kriz, Ortadoğu ve Batı Asya’dan kovulmasını sağlayacak bir dizi zincirleme reaksiyon potansiyelini de içinde barındırıyor. İsrail’deki aşırı sağcı hükümet, kendi gündemini ABD’ye dayatmak isterken aslında Beyaz Saray’ın ileriye dönük planlarını da baltaladı. ABD’nin Rusya’dan sonraki hedefi normal şartlarda Tayvan üzerinden Çin Halk Cumhuriyeti olacaktı. ABD, NATO yapılanmasını Pasifik’te de sürdürmek için altyapı çalışmalarını ilerletmiş, yeni ittifaklar kurmak üzere harekete geçmişti. Kollektif Batı’nın endişesi ellerinin arasından kayıp giden küresel hegemonya idi. Bunun da sebebi başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin son 40 yılda sağladıkları müthiş ekonomik performans oldu. Çin’in başını çektiği Asya güçleri, Afrika ve Güney Amerika’da hatta Avrupa’da müttefikler bulmakta zorlanmıyor. Çünkü Asya güçleri, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı çok kutuplu bir alternatifi temsil ediyor. Çin ve Rusya yeni deniz ve ticaret yolları ile küresel bir iletişim şeması oluştururken, ABD’nin başını çektiği Batı bunları engellemek üzerine stratejiler kuruyor. Bunu çok basite indirgersek, Doğu (veya küresel güney) barışı ve iş birliğini temsil ederken kolektif Batı, savaşı ve istikrarsızlığı masaya sürüyor. Türkiye’ye ikinci dünya savaşı sonrası oluşan yeni küresel mimaride biçilen rol, Batı kampında ileri karakol göreviydi. NATO üyeliği ve sonrasında AB kapısına bağlanma şeklinde kurgulanan bu konumlanma, Türkiye’yi kendi kendine yeten, Atatürk’ün çağdaş medeniyet hedefinden saptırarak dışa bağımlı ve uydu bir ülke haline getirdi. Dönemsel atılımlar, devleti ele geçiren NATO düzenindeki asker ve milis unsurlarla bastırıldı. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri bunun belirgin örnekleridir. Sıcak paracı komprador burjuvazi ve Batı acenteliğinden ileri gidemeyen iş dünyası da sistemin en güçlü destekçileri oldu. 1950’lerden itibaren uygulanan “anti Komünizm” polisliğinden sonra ABD’nin 1980 sonrası Türkiye’ye biçtiği ikinci rol ise “Yeşil Kuşak” oldu. Emek ve ulusal sermaye ile birlikte tüm ulus devlet hedeflendi ve siyasi, sosyal ve kültürel sistem dincileştirilerek Türkiye’nin hem geri kalması hem de tek elden yönetilebilmesi istendi. Bugün ise hem dünya hem Türkiye çok kritik bir kavşak noktasındadır. Bölgesel ve iç savaşları bir yana bırakın 3. Dünya Savaşı’nın dahi çıkma olasılığı bulunan bir andayız. Türkiye ise bu kargaşalık ortamında sözde bir “denge” dış politikasıyla yüzdürülmeye çalışılan gemiye benziyor.
Ancak gemi Batı kampında su alıyor ve giderek batıyor. Doğu/Güney kampında ise yeni alternatifler var; BRICS + ve benzerleri gibi. Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’ya 2024 itibarıyla Etiyopya, Mısır, İran, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan eklendi. BRICS’e üye olmak için başta Nijerya ve Meksika olmak üzere 25 ülkenin sır’ya ada olduğu belirtiliyor. Hegemonya ve dolara dayanmayan, eşitlikçi, kazan-kazan türü altyapı, ticari ve sınai işbirliklerinin geçerli olduğu yeni bir dünya düzeninin habercisi olan BRICS+, bu fırtınalı okyanusta Türkiye için adeta bir can simididir. Türkiye’nin bu yeni dünya düzeninde hak ettiği yeri alabilmesinin tek yolu, Batı’nın uyduluğundan çıkmak, NATO ve AB Gümrük Birliği’nden ayrılmaktır.