Görüş

Türkiye’de Enflasyonla Mücadele: EKONOMİK KRİZ, KİMİN İÇİN KRİZ?

Enflasyonla mücadele toplum kesimlerinde ekonomik kriz ile ilgili farklı algı oluşturuyor.

11/09/2023 | Abdullah Karabiber

Türkiye’de Enflasyonla Mücadele: EKONOMİK KRİZ, KİMİN İÇİN KRİZ? - ATASAM

Pandeminin başından bu yana, yaşanan ekonomik durum her ne kadar kriz olarak tanımlansa da, bu durumun kısa sürmesi beklenen bir ekonomik kriz olmadığını, yaşanan durumun net bir SERVET TRANSFERİ olduğunu belirtmek isterim. Böyle bir süreçte, artan kur, reel enflasyon altında kalan politika faizi, ekonomik akıl dışındaki politik duruş ve bunun yol açtığı güvensizlik ortamı, talebi artırmış ve toplum kesimlerini her geçen gün daha çok tüketmeye sevk etmiştir.

Kur ve enflasyon artıyorken, fiyatların da artmasıyla birlikte, talebin düşmesi beklenirken, bu durum neden gerçekleşmemiştir?

Aslında sorunun cevabı çok basit. Bugün aldığınız her ürünün, yarından daha ucuz olacağına inandığımız bir ülkede yaşıyor olmamız. Tüketiciler, mal ve hizmet fiyatlarının artan kur ve enflasyondan ötürü, daha da artacağını düşündüğünden, tasarruf etmek yerine,  ileri vadeli ihtiyaçlarını bugünden satın almaktadırlar.

Yine pandemi ile başlayan süreçte, toplum kesimlerinin elindeki varlıkların değeri, çeşitli zamanlarda kur ve enflasyonun üzerinde artmaktadır. Bununla birlikte, politika faizinin de, enflasyonun altında seyretmesi, enflasyonun her geçen gün daha da artacağı beklentisi ve kamu desteği sayesinde kredi faizlerinin özendirici olması sebebiyle gayrimenkul ve taşıt ülkemizde bir yatırım aracı haline getirmiştir.

Ülkemizde son 3 yıldır hem firmalar, hem de bireyler için en çok kazandıran araç, TL cinsinden orta ve uzun vadeli  BORÇLANMADIR. Yukarıda belirttiğim durumlar, Tüketici grubunun ileri vadeli TL gelirlerini, sabit faizli, orta ve uzun vadeli kredi seçenekleriyle birlikte, gayrimenkul ve taşıt talebine dönüştürmüştür. Buradaki fiyat artışlarıyla birlikte tüketiciler, kendilerini enflasyon kaynaklı satın alma gücü kaybından korumaya çalışmışlardır. Firmalar ise, faaliyet kaynaklı gelir elde etmenin yanında, stok ve duran varlık yatırımlarından gelir elde etme yolunu seçmişlerdir. Şimdiler de ise, kredilerin cazibesini yitirmesinden kaynaklı, bu yönlü talepte bir durağanlaşma meydana gelmiştir.

Talebin bir yönü de dış kaynaklı taleptir. Yüksek kur ve TL’nin zayıflamasıyla birlikte, gayrimenkullerin yabancı para cinsinden değerinin düşmesi, özellikle ülkemizin kıyı kesimlerindeki illerinde yer alan konutlar üzerinde talep artışına ve buna bağlı olarak da, bu konutların değerinin kur ve enflasyon üzerinde artmasına sebep olmuştur. 2022 yılında, konut satışları 2021 yılına göre yüzde 0,4 gibi bir artış göstermesine rağmen, yabancıya satılan konut adedinde rekor kırılmıştır. 2022 yılında yabancılara 67.490 adet konut satışı gerçekleşmiştir. Konut satılan illerin ilk sırasında İstanbul, sonrasında Antalya ve Mersin yer almıştır.

Konut fiyatlarındaki talep kaynaklı kontrol edilemez yükseliş, kira fiyatının belirlenmesinde sorun olarak karşımıza çıkmıştır. Enflasyonla mücadele adına, kira fiyatlarının yüzde 25 üzerinde artırılmaması yönündeki karar, ev sahiplerinin evlerini kiraya vermekten kaçınmasına, kiraya vermiş olanlarında tahliye etmek için türlü yöntemlere başvurmalarına yol açmıştır. Ücret artışları ile enflasyonla mücadele edilebileceğine yönelik anlayışa rağmen, ücret artışlarının üzerinde bir kira fiyatı oluşumu gerçekleşmiştir. Ne yazık ki bu durum, önümüzde var olabilecek bir barınma sorunu ihtimalini de getirmiştir.

Taleple ilgili bir başka durum da, ülkemize kaynağı belli olmadan gelen para kaynağı ile ilgilidir. Merkez Bankası bilançosunda net hata noksan kaleminde izlenen kaynağı belli olmayan girişlerin tutarı 2022 yılında 24,2 milyar dolar ile Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmıştır. Bu kaynak iç talebin canlı kalmasına sebep olan en önemli etkenlerden biridir.

Nisan 2023’de İsviçre Merkezli Credit Suisse’nin raporuna göre, Türkiye’deki 1 trilyon 41 milyar dolarlık servetin %39,5 ‘lik kısmını nüfusunda sadece %1’i elinde bulundurmaktadır. Nüfusun en zengin %10’u ise servetten % 69,8’lik bir pay almaktadır.

En çarpıcı olan ise Türkiye’deki nüfusun yüzde 90’nının servetten aldığı toplam payın % 30,2 olmasıdır.

Makalenin en başında ifade ettiğim gibi, servet transferinin sonuçları yukarıdaki rakamlarda net olarak görülmektedir.

Şu anda güncel talebin ana kaynağı, bu zengin kesimdir.  

Yukarıda belirtilen gerekçeler toplumda tuhaf bir algı durumunu da beraberinde getirmiştir: ‘’EKONOMİK KRİZ, KİMİN KRİZDİR?’’

Toplumun zengin kesimine göre kriz yoktur. Satın alma gücü zayıflamış olan geniş toplum kesimlerinde ise AVM ve restoranlar başta olmak üzere tüketime dayalı ortamlardaki gözlemlere göre ekonomik krizin olmadığı algısı oluşmaktadır. Ancak gerçek şudur: Toplumun satın alma gücü düşen geniş kesimleri için, her geçen gün daha da ağırlaşacak olan bir ekonomik kriz sözkonusudur.