Son dönemde Amerikan yönetiminden gelen, bizzat Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın dillendirdiği, Ukrayna’da barışa yönelik müzakereleri destekleyeceklerine yönelik açıklamalara ve Ukrayna sahasındaki gelişmelere, ve özellikle Ukrayna’nın insan gücü açısından tükenmeye başladığı gerçeğine, bakıldığında bazıları savaşın bitirilebileceğine ilişkin niyetlerin ortaya çıkmakta olduğu düşüncesine varmaktalar. Halbuki bunun bir yanılsama olduğunu gösteren pek çok işaret var.
Ukrayna’da başlayan çatışmanın bir Rus-Ukrayna savaşı olmadığı, aksine Rusya’nın NATO (daha geniş anlamda siyasal Batı) ile uzun soluklu bir savaşa giriştiği gün geçtikçe daha net anlaşılıyor. Dolayısıyla, özellikle Rusya’nın kaynaklarının bu savaşı uzun süre sürdürmeye yetmeyeceğine ve savaşın yakın zamanda bitebileceğine ilişkin senaryo ve beklentiler fazla iyimser kalıyor. Bu senaryo ve beklentilerin fazla iyimser olduğunu Ukrayna’daki en üst düzey Rus komutanlarından General Andrey Mordvichev ile yapılan röportajda generalin söyledikleri gösterir nitelikte. Mordvichev’e savaşın beklenen süresi sorulduğunda net bir şekilde “hala çok zaman var ve eğer Doğu Avrupa’dan bahsediyorsak, ki bunu yapmak zorunda kalacağız, o zaman elbette daha uzun olacaktır” şeklinde bir cevap veriyor. Bu, şu anlama gelmektedir: Rusya projeksiyonunu çoktan tamamladığı uzun süreli bir çatışmanın içinde ve savaşı yürütecek kaynak planlamalarını da yüksek ihtimalle yapmış durumda. Bu savaş da, şu ana kadar herkesin söylemekten ısrarla imtina ettiği bir Rusya-NATO savaşı.
Bu savaşı Rusya-NATO savaşı olarak adlandırmamızın haklı gerekçeleri mevcut. Birincisi, Putin’in de defalarca ifade ettiği gibi, Rusya’nın kısa vadedeki hedefi Ukrayna’daki “Nazi” olarak nitelendirdiği ve kendi güvenliğine tehdit olarak gördüğü yönetimi ortadan kaldırmak ve Ukrayna’nın Batı ile bütünleşmesini engellemek. Ancak, ikincisi, uzun vadedeki nihai hedefi Ukrayna’nın ötesinde Karadeniz-Polonya-Baltıklar hattındaki NATO çevrelemesini kırmak. Bu yöndeki değerlendirmeler Doğu Avrupa için yeni bir haber olmamakla birlikte Rusya’nın nihai hedefi yönünde Ukrayna’dan savaşa başlaması artık Doğu Avrupalıların uykularını kaçırıyor. Elbette, Rusya’nın bu stratejik hedefe ulaşıp ulaşamayacağını tarih gösterecek, ancak, Polonya’nın eski cumhurbaşkanı Lech Kaczynski’nin 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşından sonra söylediği “bugün Gürcistan, yarın Ukrayna, yarından sonraki gün Baltık devletleri ve o zaman belki de ülkem Polonya’nın zamanı gelecektir” sözü on beş yıl sonra bugün anlam kazanmış durumda. Kacynski’nin öngörüsü bir bir gerçekleşti. Batı yörüngesine giren Gürcistan ve Ukrayna birbiri ardına savaşla karşı karşıya kaldı ve bölündü.
Şimdi soru şu: sıra Polonya’ya mı geliyor? Yada, daha doğru sorarsak, Ukrayna’daki savaş Doğu Avrupa’yı da içine alacak şekilde genişleme riski taşıyor mu? Kuşkusuz bu risk artık göz ardı edilemeyecek bir duruma doğru evriliyor. Daha da ilginç olan şey ise, gün geçtikçe belirginleşen bu risk, Batı’da gerek bir miktar toprak ve Ukrayna’nın tarafsızlığı karşılığında Rusya ile uzlaşmaya varılabileceğini düşünen, gerekse de Ukrayna’nın savaşa devam etmesi için desteklenmesi gerektiğini düşünen yönetim çevrelerinin Rusya’yı kendi batı sınırlarında meşgul etmeye yönelik Batı stratejisinin iyi hesaplanamadığı gerçeğini ortaya koyuyor. Burada, sorulması gereken asıl soru şu: Rusya’nın kaynaklarından ziyade, ABD’nin vasalı konumuna gelmiş Kıta Avrupası’nın kaynakları Rusya ile bir çatışmayı sürdürmeye yeterli mi?
Bu soruya kimileri var, kimileri yok diyecektir. Ama, esas mesele bu değil. Sorun, Avrupa’daki yönetici elitlerin Putin’in ve Rus karar alıcıların stratejilerini “Rusya’nın büyüklüğünü yeniden tesis etme veya Sovyet zamanlarına yönelik nostalji” anlatısı üzerinden dar bir çerçevede okuyarak Avrupa’yı içinden çıkmanın zor olduğu bir jeopolitik darboğaza sürüklüyor olmaları. Geçmişteki vizyoner politik liderlerin aksine, bugünün ABD’nin elinde oyuncak haline gelmiş kibirli Avrupalı elitlerin atladıkları en kritik nokta (belki de bunu kavramalarını beklememek gerek), Rus jeopolitik aklının, özellikle Avrupa’nın doğusundaki orta ve küçük ölçekteki devletleri fiilen egemen devletler değil, Rusya’ya doğrultulmuş NATO silahlarının gönüllü ev sahibi vekil devletler olarak gördüğüdür. Bu noktada, Batı bir taraftan NATO’nun vekili bu devletlerin “egemenlik”lerini gönül okşayacak şekilde söylem düzeyinde sürekli tekrarlayarak içi çok dolu olmayan bir güvence yaratırken, diğer taraftan ise planlı bir stratejinin parçası olarak bunları ateşe atıyor. Yukarıda da belirtildiği gibi bu strateji Rusya’yı batı sınırlarında meşgul etme yönündeki ana stratejinin bir parçası, ancak Avrupa’nın doğusunun Rusya’yı ne ölçüde yıpratacağı hesaplamalarını kimse kolay kolay yapamıyor. Çünkü, Batı’daki çoğu analist ve karar alıcı, realistler (gerçekçiler) bile, Rusya’nın Doğu Avrupa’daki devletleri egemen uluslardan ziyade NATO’nun Rusya’nın güvenliğini tehdit eden vekil devletler olarak gördüğünü algılamaktan uzak bir görüntü veriyorlar. Bu nedenle, Batı’nın, ve özellikle Kıta Avrupası güçlerinin, Ukrayna’ya savaşa devam etmesi için verdikleri destek artık geri dönüşü olmayan bir yola dönüşmek üzere ve bu yol Ukrayna’yı müzakere masasına oturtmaktan ziyade diğer Doğu Avrupa devletlerinin cepheye sürülmesine yol açacak jeopolitik bir darboğaza gidiyor.
İşte bu darboğazın yaratmakta olduğu açmaz ise NATO açısından bir hayatta kalma meselesine dönüşme potansiyeli taşıyor. ABD Başkanı’nın “NATO topraklarının her santimetresini savunmak” diye sıklıkla ifade ettiği bu durum Rusya (ve önümüzdeki dönemde olasılıkla Çin) ile yürütülmekte olan savaş için her defasında daha pahalı adımlar atmayı gerekli kılarken bu kısır bir döngüye dönüşüyor. Kısacası, bu durum esasında, çoğu kimsenin Rusya için kullanmayı tercih ettiği, Batı açısından bir bataklığa saplanma durumu. Burada, son ve en kritik soru gündeme geliyor: Bölünmüş ve bir bölümü Rusya’nın kontrolünde, diğer bölümü tarafsız bir Ukrayna nesnel olarak NATO’nun bölgedeki işini daha kolaylaştırır mı? Yoksa, daha zorlaştırır mı? Daha açıkça sormak gerekirse, Ukrayna’nın savaşın acısını çekmesi ve bölünmesi NATO’nun (daha doğrusu ABD’nin) güvence verdiği Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlikleri için hiçbir fedakarlığa katlan(a)mayacağını göstermez mi? Cevap açık gibi: NATO (ABD)’nun Ukrayna’da kaybetmesi, ya da kaybetme yoluna girmesi, artık kimsenin ABD’ye güven(e)meyeceği ve ABD’nin de kimseye güven(e)meyeceği bir dünya demektir ki, işte bu sebeple NATO (ABD) Ukrayna’da ve gerekirse sonrasında Doğu Avrupa’da savaşa devam etmek zorunda. Belki de bataklığa kimin saplandığını veya saplanmak üzere olduğunu yeniden düşünme zamanıdır.