15-16 Aralık’ta, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) Sanayi Kongresi’ne davetli konuşmacı olarak katıldım. Kongre’nin konusu bu yıl “Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye Sanayisi ve Dünyadaki Son Gelişmeler Işığında Nasıl Bir Sanayileşme?” idi. Kongre salonu çok nitelikli bir kitle ile doluydu ve Kongre de son derece doyurucu geçti.
Açılış konuşmasını yapan Bilsay Kuruç Hoca, her zamanki etkileyici sağgörüsü ile, çok özet şekliyle, küresel ekonomi-politiğin gelişimi çerçevesinde Türkiye sanayisine biçilmiş rolü; ABD’nin adeta kolonisi haline gelmiş Avrupa ve “sanayileşemeyecek” Orta Doğu arasında, KOBİ’lere kitlenmiş olarak betimledi. Sanayi planlaması ve politikası, ve sanayi yatırım talebini doğuracak kurumsal altyapı olmadan sanayimizin gelişimi ve kalkınmaya katkısının da gerçekleşmeyeceği; diğer sunumlarda da ortaya çıkan genel kanı idi.
Endüstri devrimlerinin dördüncüsünün yaşandığı 2000’li yıllarda, Türk sanayisinin gelişmekte ve kalkınmayı desteklemede yetersiz kalması, tasarruf ve yatırımların yetersizliği yüzünden mikro ve küçük ölçekli üretimin her teknoloji düzeyinde baskın olması ile paralel. Sektörde yaratılan katma değer, istihdam yaratacak gerçek yatırımlara gitmek yerine artan kar oranlarına ve azalan emek payına dönüşüyor. Marshall yardımlarından itibaren dışa bağımlı finansallaşma ile erken sanayisizleşmenin tohumlarının saçıldığı ülkemizde; bugün iş olanaklarının çoğu hizmet sektöründe ve hizmet sektörü üretim ve istihdamın yarısından çoğunu sağlamakta. Türkiye’de 2000’lerde açılan çok sayıda üniversiteden yetişen mühendislerin çoğu ise ne yazık ki kendi alanları dışında iş bulabiliyor.
Son 4-5 yılda makine teçhizat yatırımlarının inşaat yatırımlarının nihayet üstüne çıkışının esas olarak savunma sanayi üretimindeki gelişmelerden kaynaklı olduğu söylenebilir. Savunma sanayi elbette yüksek teknoloji kullanan ve üreten bir sektör olmanın yanı sıra, diğer imalat alanları ile bağlantıları açısından çok önemli. Savunma sanayi dahil olmak üzere, üretimde ithal aramalı bağımlılığı küreselleşmiş değer zincirleri gerçeği üzerinden normal bir olgu haline gelmiş olsa da, bilimsel sermayenin önemli bir girdi olduğu sanayi sektöründe yüksek katma değer üretimi; sermaye birikimi, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmanın itici gücü.
Türkiye’nin “net” ihracatı, tekstil ağırlığı ile ancak Sanayi 3.0 düzeyine işaret ederken, piyasa ekonomisi modelini dünyaya yayan gelişmiş ülkeler, önceki endüstri devrimlerinde olduğu gibi Endüstri 4.0 ve 5.0 çağında da kendi ülkelerindeki araştırma ve geliştirme faaliyetlerine büyük ölçekli devlet desteği sağlamakta. Türkiye’de Ar-Ge harcaması ise OECD ortalamasının çok gerisinde. Bunun yanı sıra, fırsat eşitliğine verilen önemle, eğitimde devletin payı gelişmiş çoğu ülkede Türkiye’nin mevcut durumundan çok daha fazla, ki bu da beşeri sermaye birikimini sağlayarak bilimsel ilerlemeye yol açıyor. Tüm bunlar ışığında, sanayi ve kalkınma arasındaki ilişkinin, sanayinin büyümeye katkısından öte olduğunu belirtmek gerekli. Bilimsel birikimin ürünü teknoloji, en yoğun olarak sanayi sektöründe kullanılırken, özellikle robot teknolojilerindeki gelişimin işgücünü dışlayıcı etkileri olması endişe kaynağı.
Üretilen katma değerin, adil bölüşüm başta olmak üzere milletin refahını artıracak şekilde kullanımı; yeni ve kurumsal düzenlemeleri de gerektiriyor. Çalışma hayatını, iş güvenliğini düzenleyecek bu kurumsal düzenlemeler ise; öncelikle güç ve ayrıcalık kazanmak için iktidar olmaya odaklı siyasetin, halkın refahını artırmak için devlet yönetimine evrilmesi ile mümkün.