Görüş

Kamu Malı ve Devlet

Sağlık ve iyi bir eğitim, her vatandaşın temel hakkı olarak devletin sağlaması gereken kamu hizmetleridir.

14/03/2024 | Bilin Neyaptı

Kamu Malı ve Devlet - ATASAM

İktisadın iki ana sorunsalı adil kaynak ve refah dağılımıdır. Devlet, diğer kamu mal ve hizmetleri ile de bağlantılı olan bu fonksiyonları da yerine getirme sorumluluğunu üstlenen kurumdur.

Bağımsız bir devlet, belirlenmiş bir coğrafi alan üzerinde yaşayan ve siyaseten örgütlenmiş olan insanların egemenliğini sağlayan yasal kurumların bütünüdür denebilir. Devlet yönetimine seçıilmiş kişilerden oluşan hükümetler; savunma ve güvenlik gibi vatandaşların yaşam hakkı için temel olan kamu görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Devletin görev ve yükümlüğü bununla da sınırlı olmayıp, toplumların refahı için temel önemi haiz ve piyasaların yani özel sektörün tek başına sağlamakta yetersiz kaldığı hizmetlerini sağlamayı da içerir.

Beslenme ve barınma gibi en temel gereksinimlerin yanısıra “kendini gerçekleştirmek” de toplumların ve bireylerin refah için temel önemdedir ki bu da önce sağlıklı olmayı ve bilgiye erişerek çevresini ve şartları sadece veri olarak almak yerine o şartları ve çevreyi de iyileştirip kalkındırmayı, daha da somutlaştırmak gerekirse, edebiyata, felesefeye ve bilime katkı yapma potansiyeline erişmeyi içerir. O halde, sağlık ve iyi bir eğitime erişim de her vatandaşın temel hakkı olarak devletin sağlaması gereken kamu hizmetleridir. 

Devlet’in tüm bu hizmetleri sağlaması kaynak gerektirir. Bu kaynak, o ülke vatandaşlarının refahı için olsa da, “ortak malların trajedisi” dediğimiz bir zorlukla kısıtlanır. Çünkü herkesin aynı oranda faydalanacağı hizmetler, maliyet nasılsa başkaları karşılar diye düşünülürse kimse katkıda bulunmamayı seçebilir ve bu sebeple yoksunluğundan yeterince sağlanamayabilir. Bu sebeple, Devlet toplum refahı için gerekli kamu mal ve hizmetlerinin üretimi için zorunlu vergiler toplar, yasaklar ve cezalar uygular.

Kalkınmakta olan ve zengin olmayan bir toplumda bu hizmetlerin standart olarak her vatandaşa ve ücretsiz veya her vatandaşın erişebileceği fiyattan örgün/yaygın olarak verilmemesi durumu eşitsizlikleri artıracak, gelecekte de fırsatlara eşit erişim olanaklarını kısıtlayacak, bunun sonucu olarak toplumda sınıfsal ayrışmalar yaratacaktır. Kamu hizmeti olan eğitim ve sağlık gibi harcamaların kar amacı güden özel sektöre devrinin de bu duruma yol açması beklenir.

Türkiye’de eğitim ve sağlık hizmetleri 1990’larda başlayıp 2000’lerde daha da büyük bir ivme kazanarak özelleştirilmiştir.  Bunun sonucu olarak ne yazık ki Türkiye’de Devlet’in üniversite öncesi eğitim harcamalarının toplam gelir içindeki payı OECD ülkeleri ortalamasının altında ve sıralamada en sonlarda yer almakta. Buna karşın, eğitime yapılan özel harcamalarsa OECD ortalamasının iki katıdır !

Kamunun asli görevini yerine gereğince getirmediğini açıkça gösteren bu durum, Türkiye’de gelecek nesillere de yansıyacak bir fırsat eşitsizliği ve toplumsal ayrışma yaratmaktadır. Bunun da ötesinde, Devlet’in boş bıraktığı bu alanların tarikat ve cemaatlere devrinin yanısıra; ihtiyacın çok üstünde imam-hatip yetiştirmeye dönüştürülen devlet olulları ve niteliksizleştirilen, içinden milli tarihin, felsefenin, fen bilimlerinin ve matematiğin çıkarıldığı müfredat da ülke refah ve kalkınmasının önüne adeta bilinçli bir duvar örmektedir.

Devlet’in en önemli kamu hizmetlerinden bir diğeri de kamusal varlıkların korunmasıdır. Toprağın altı ve üstü milletin kamusal varlığıdır. Madenlerimiz, limanlarımız kamu malıdır. Bunları küresel şirketlere satmak ya da karlarını devretmek tam da ülkeyi “ortak malların trajedisi”ne maruz bırakmak anlamına gelir; oysa bunlar küresel ortak mal değil, vatanın varlıklarıdır. İliç’de yaşananlar, özelleştirilen madenlerde, sinyalizasyonu yapılmadan başlatılan tren seferlerinde yiten hayatlardan devlet görevlerinin sorumluluktan sıyrılmaları ve bu yetmiyormuş gibi bir de taltif edilmeleri, asli görevlerini yerine getirmeyen Devlet’in tanımını sorgulamaya itmektedir.

Mevcut siyasi düzen içinde devlet yönetimi de küresel tekellere eklemlenmiş şirketokrasiye dönüşmüş, kurumlar asli fonksiyonlarından sıyrılmış ve bu düzene hizmet eden birimlere dönüşmüş görünmektedir. Küresel ortak mala dönüştürüldüğü görülen kamu varlıklarımız da, 2. Dünya savaşı sonra sona erdiği zannedilen sömürgeleşmenin sürdüğüne  ya da “doğal kaynak laneti” denen olguya işaret etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ne adeta Osmanlı’nın çöküş dönemini yeniden yaşatılmaktadır. Ancak bu kez önümüzdeki o tek çıkış yolu açıktır ve o da kuruluş ilkelerimize geri dönmektir.