2022 yılı itibarıyla dünyada yaklaşık 2 milyar insan seçime dayalı ve liberal demokrasilerde (A) yaşarken, yaklaşık 3,5 kişi seçim otokrasisinde (B) ve 2 milyara yakın insan ise kapalı otokrasilerde (C) yaşıyor.[1] Aynı kaynak, yarım asır öncesinde A, B ve C'nin payları 22.5, 23.2 ve 54.2 iken, bugün bu payların, yaklaşık olarak sırasıyla 50.5, 32.5 ve 17 olduğunu belirtmekte. Özellikle bazı ülkelerin siyasi sistemlerinin nasıl sınıflandırılacağı konusunda tartışmalar olsa da bu rakamlar, yarım yüzyılı aşkın bir süredir mevzuatla güvence altına alınan çok partili serbest seçimler ve bireysel haklar yönünde dikkate değer bir ilerleme kaydedildiğini gösteriyor.
Bu kadar büyük bir hamle kalkınma açısından neyi başardı? Bu hamleyle ilişkilendirilebilecek kişi başına düşen gelirin artması, az gelişmiş ülkelerdeki ölüm ve yoksulluk oranlarının düşmesi gibi pek çok başarı sıralanabilir. Ancak, bununla birlikte, pek çok gelişmiş ülkenin artık çeşitli türlerde öncekinden daha sıkı düzenlemelere sahip olması ve hükumet etkinliğinin çeyrek yüzyıl öncesine göre daha düşük olması da dikkate değer.[2] Dahası, Küresel Ekonomik Durgunluk ve Covid-19 salgınının ardından yaşananlar, dünya çapında yaygın olan ve artan haneler arası servet eşitsizliğinin ciddiyetini ortaya çıkardı. Ekonomik güç kazanımı için keskinleşen jeopolitik mücadeleye eklemlenen aşırı finansallaşmadan kaynaklanan bu krizlerin ortasında birçok gelişmiş piyasanın tepkisi; liberalizmden korumacılığa ve yeni bölgeselciliğe doğru bir eğilim şeklinde oldu.
Yukarıda belirtilen A, B, C paylarında görülen demokratik sermaye birikiminin, demokrasinin temel ilkesi olan adalet veya fırsatlara eşit erişimin dünyaya yayılmasına yol açmamış olabileceğini ileri sürmek mümkündür. Kriz sonrasında, küresel ölçekte olduğu gibi birçok ülkede de artan servet yoğunlaşması bu başarısızlığın göstergesidir. Politikacılar ve dolayısıyla siyasetin küresel tekellerle arasındaki sıkı bağlantılar elbette demokrasinin öncülünü yerine getirmesini engelliyor. Mevcuttaki sözde demokratik seçim mekanizmalarının, çıkar odaklarını değil, kapsayıcı faydayı temsil eden hükümetlere yol açma yeteneğini ciddi şekilde sorgulamanın zamanı çoktan gelmiş olabilir.
Bunlar ışığında, siyaset bilimi ve toplumsal tercih uzmanı olarak değil de bir kalkınma ekonomisti olarak konuyu ele alma cesaretini gösterip ve doğrudan demokrasiye yönelik yeni bir seçim mekanizması tasarımı önermeye çalışacağım. Şu aşamada bu tasarım sadece bir hayal olarak betimlenebilir, çünkü aslında mevcut hiçbir siyasi sistem kendi yerini alacak bir mekanizmayı seçmeyecektir. Her yenilik, yaratıcı yıkımdır ve mevcut sistemden faydalananlar tarafından direnilir.[3]Ancak pek çok yenilik de bir hayalin peşinden gitmez mi? Yol, hayali takip edecektir.
Bilgi teknolojilerinin kullanıldığı demokratik bir sistem hayal ediyorum ki böylece insanlar, vekillerini doğrudan veya delege sistemi aracılığıyla yapılan seçimlerde atayan siyasi partilere oy vermek yerine, hükumeti oluşturacak bakanları (ABD hükümetinde sekreterler) ve belediye başkanlarını doğrudan seçebilirler.
1. Devlet yönetiminde (tarım, maliye, ekonomi, savunma…vb.) yer almaya aday kişinin mesleki bilgilerinin yanı sıra kişisel dürüstlüğünü kanıtlayacak kişisel özgeçmiş detaylarının çevrimiçi bilgi olarak sağlanması gerekir. Bunun için tasarlanacak sistemde, bilgilerin doğruluğunun büyük veri teknolojileri aracılığıyla yapılabilecek bir teyit süreci içermesi de gerekecektedir.
(Bireylerin bir kamu hizmeti için aday olması durumunda, ters seçim (adverse selection) risklerinin beklenen yüksek maliyetini önlemek için özgeçmiş detayları kamuya açıklanmalıdır.)
2. Her seçmen, bu özgeçmiş dosyalarına göz atıp kendisini ilgilendiren alandaki aday için oy verebilir. Bunun, sonuçta bir alanı gerçekten bilenlerin iş için en yetenekli kişiyi seçmesine yol açması beklenir. Her bakanlık görevi, böylece o görev için en yüksek oyu alan ve en yetkin olduğu düşünülen kişiye verilir.
3. Siyasi partiler devlet yönetimine aday olmak yerine, sivil toplum kuruluşlarına dönüşmelidir. Ancak, örneğin belirli bir bakanlığa aday olan kişiler herhangi bir partinin üyesi olabilir. Bu siyasi örgütler kamu kaynaklarıyla değil, yalnızca üyeleri tarafından ve bağışlarla desteklenmelidir; ayrıca kamu yararına ilişkin herhangi bir hizmetten sorumlu olmamalı ve kamu ihalelerinde yer almamalılar.
4. Hükümetin başı (Başbakan veya Cumhurbaşkanı), yukarıdaki 2. adımın sonucunda seçilen bakanlar tarafından oluşturulan kabine tarafından veya bakanların seçildiği aynı çevrimiçi prosedür aracılığıyla seçilebilir.
5. Parlamento da her bir bakanlık için en üst tercihini takip eden oyları alan adaylardan oluşturulur.
6. Hükümetin kurulmasından iki yıl sonra, her bakanın beklentileri ne dereceye kadar yerine getirdiğini test etmek için bir taramadan daha geçmesi sağlanır. Memnuniyetin 'bir eşik seviyenin' altında olması durumunda, önceki seçimde en çok oyu alan ikinci kişi görevi devralır.
Bu mekanizmanın mevcut şartlar altında uygulanabilirliği elbette gayet kısıtlı olacaktır, çünkü siyasi partiler devleti yönetme ayrıcalıklarından vazgeçmeyi asla istemezler. Böyle bir sistemi benimsemeye yönelik ilk girişiminse, en demokratik uygulamalara sahip İskandinav ülkelerinden gelmesi beklenebilir ki aralarında kısmen de doğrudan demokrasi uygulamalarının örnekleri mevcuttur.
Çoğu ülkede mevcut siyasi düzenden ve verimsizliğinden artan memnuniyetsizliğin bir değişim çağrısı yaptığı göz önüne alınırsa; bu not, kaçınılmaz olan mevcut siyasi mekanizma değişimi sonrasını tasarlama yönünde tartışmalara açık bir çaba olarak görülebilir.
[1] Lührmann et al.(2018). ( https://ourworldindata.org/grapher/people-living-in-democracies-autocracies and https://v-dem.net/data/the-v-dem-dataset/.)
[2] Kaynak: The World Bank governance indicators.
[3] Mancur Olson bu olguyu kurumsal skleroz olarak adlandırmıştır