Görüş

Devlet, Ekonomi ve Birey

Yıkımdan yaratıcılık beklemek de bir umut, ki hiç yoktan iyidir.

30/12/2024 | Bilin Neyaptı

Devlet, Ekonomi ve Birey - ATASAM

Devletler insanlığın topluluklar halinde gelişimine paralel olarak, temelde düzen gerekliliğinden kaynaklanıp gelişen kurumsal yapılardır. Cumhuriyet rejiminin bir devlet yönetim biçimi olarak monarşiye alternatif olarak doğuşu Fransa’da başlayan yenilenme (rönesans) hareketiyle özdeşleştirilse de cumhuriyet fikri M.Ö.4. yüzyıl düşünürü Aristo’ya kadar uzanmakta ve o dönemin bazı şehir devletlerinde uygulandığı da bilinmekte. Anayasal cumhuriyet rejimi; devlet yönetiminde güçler ayrılığının ve gücün tek elde toplanmasının engellenmesinin, anayasa ile sağlanmasını ifade eder. Bir hükumet etme biçimi ya da yürütme sistemi olan demokrasi ise, sadece cumhuriyet rejimine özgü olamayıp monarşilerde (örnek: Birleşik Krallık) de uygulanabilmektedir.

Hem üniter hem de federe devletler rejim ve yönetim sistemi olarak farklılıklar gösterse de, üniter devletlerin ve demokrasilerin sayısı 20. yüzyıldaki dünya savaşları sonrası hızla artmıştır. Bunun yanı sıra, bugün anayasası bulunmayan ülke sayısı iki elin parmaklarını geçmemekte. Bunların arasında en gelişmiş ülkelerin de bulunması, devlet yönetiminin çeşitli kanunlarla çerçevelenmiş ve kültürel olarak da özümsenmiş olması durumunda da istikrar ve gelişmeye açık olabileceğine işaret etmekte. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değişmez maddelerinde; Türkiye’nin üniter bir devlet ve vatandaşlık bağı temelinde tanımlanan Türk Milleti’nin de vatanı ile bölünmez bir bütün olduğu, demokratik yöntemle gelen hükumetlerin, sosyal devlet görev ve sorumluluğu belirtilmiştir.

Devleti yönetenlerin asli görevi millete hizmettir. Devlet yönetimi; kamu mal ve hizmeti denen, herkesin eşit miktarda tüketebileceği ürünleri (savunma, güvenlik, eğitim, sağlık gibi), milletten kaynak toplayarak millete sağlamakla yetkili ve yükümlüdür. Devletim milletin yarattığı katma değerden kaynak toplama olanağı ise ancak bu kaynakları kullanarak millete yapılacak hizmetlerle mümkündür. Aksi halde, millet kaynaklarını devlete aktarmaktan kaçınmanın türlü yollarını arar ve bulur. İmparatorlukların yıkılıp üniter devletlerin oluşumu ve monarşilerin cumhuriyete evrilişi; en temelde o devletlerin milletlerine hizmette yetersiz kalışı ve adaletsiz oluşu ile açıklanabilir.

Devleti millete hizmette yetersiz bırakan faktörler; yöneticilerin liyakatsizliği, kaynak yetersizliği ya da yolsuzluktur. Bu şartların tümünün, kaynakları emperyal ülkeler tarafından sömürülmüş, üretim altyapısını çeşitlendirememiş, teknolojik gelişimlere adapte olamamış ve büyürken istikrar sağlayacak kadar bile olsa kaynak dağıtmamış, geniş kitlelerin nitelikli eğitime erişiminin olmadığı geri kalmış ülkelerde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bugün en gelişmiş, en mutlu ve istikrarlı olan bazı Kuzey Avrupa ülkelerinin, tam bu durumun tersi olarak, yaygın, ücretsiz ve bilimsel eğitim ve sağlık olanaklarını sağlaması, teknoloji üretiminde ve refah dağılımında da en iyi konuma geldikleri herkesin malumu. Diğer taraftan, 21. yüzyılda köleci ve sömürgeci geçmişlerinin geri yansımalarıyla yüzleşen ve/ya küçük bir kesim aşırı kar elde ederken gelir ve refah dağılımını bozmaya devam eden bazı gelişmiş ülkelerde ise artan toplumsal huzursuzluklar yaygınlaşma eğiliminde.

İktisat bilimi iki ana hedefe odaklanır: verimlilik (etkin kaynak dağılımı) ve eşitlik (adil gelir ve refah dağılımı). 45 yıldır ana akım olan neoklasik iktisadın odağı verimlilik ve büyüme olagelmiş, gelir dağılımı ve bunun birikimli yansıması olan refah dağılımı ise özellikle çoğu ülkenin kendi içinde aşırı derecede bozulmuştur. Bu durumun sebepleri, bir yönüyle artan enerji, teknoloji ve Dolar’a bağımlılıkla bağlantılı şoklar ve bu şokları önlemeyecek şekilde küresel düzene eklemlenmiş siyasi eğilimlerin yanı sıra; finansal teknolojilerin yaratmış olduğu sahte kaynak yaratma ve transfer mekanizmalarıdır. Küresel şoklar ve bu mekanizmalar, sadece iktisaden değil, siyaseten de tüm dünyada ayrıcalıklı bir sınıfın güçlenmesine aracı olarak, dünya halklarının en az %90’ının geleceğini kendi belirleme olanaklarından uzaklaştırmıştır demek yanlış olmaz. Finans, ekonomi ve siyaset küresel oligarşinin elinde iken, milletlerin demokrasi ile yönetildiğini iddia etmek mümkün müdür?

Alım gücü mutfak ve kiraya bile zor yeten milyonlar; gece asgari ücretli işinden evine döndüğünde “gassal”ı ya da görgüsüz insanların birbirine kabalık ettiği sözde yemek programlarını seyrediyorsa, ve çocukları atanmış bakanın tarikatlarla protokol imzaladığı okullarda, cumhurbaşkanının çocuklarının yönetiminde yer aldığı vakıflar tarafından, bilimsellikten uzak, dinci ve kaderci eğitime maruz bırakılıyorsa, insanı diğer canlılardan ayıran düşünceyi yeşertecek kitapları kim okur? tiyatro, sanat gibi keyiflere kim vakit ve para ayırabilir ki? Böyle hayatlara ille de eklemlenmiş akıllı ithal telefonlarda kara para aklayarak aşırı zengin hayatlar yaşayabilen insanlara özenirken, içi boşaltılmış eğitim veren, tuvaletinde sabunu bile olmayan okullara aç giden, gelecekte makul bir hayat standardına kavuşması engellenmiş çocukların kendine ve vatana faydalı ve üretken bireyler olması ne kadar olası ?

Devlet millete hizmet için vardır; o hizmet, verimli kaynak dağılımı ve adil refah dağılımı hedeflerini gözetecek şekilde milletten kaynak toplayarak olur. Eşit şartlarda hayata başlamayan bir grup insanın piyasa ekonomisi yoluyla verimliği artırması olası iken, piyasa sisteminin gücü elinde bulunduranların gücünü zamanla daha da artırdığı hem küresel güçlerin hem de ülke içindeki siyasi ve iktisadi güç odaklarının birbirini besleyen süreçlerinden açıkça gözlemleniyor.

Anayasa, devlet ve demokratik sistem; ayrıcalıklı küçük grupların siyasi ve iktisadi güç pekiştirmelerini engellemek için yasa ve düzenlemeleri hayata geçirmek için var olması gerekirken bunları gerçekleştirmiyorsa, kendi varlığını sorgulatır. İşte tam da bu durum, emperyalizmin geldiği son aşamada; Dolar’a tehdit görülen gelişmelere gizli veya açık her tür yolla artan direnç, uluslararası organizasyonların güçlüden yana kural ve uygulamaları, küresel ilaç ve gıda tekelleri ile halkların sağlığını ve teknoloji şirketleri ile de tüm hayatlarını etkileme yoluyla Dünya Devleti hedefinin taşlarını döşüyor.

Dünya Devleti elbette ki dünya için kamu malı üretimini değil, %1 (ya da %0.005) seçkinin refahını artıracak verimliliği önceleyecek. Bunu yaparken elbette kalkınamayan ülkeler örneği ile ispatlı, göreli üstünlükler kuramı uygulamaya konuyor ve konacak. Bağımlılığı artan akılsız (küresel güçlerle eklemlenmeyi kurnazlık sanan) yönetimlere sahip ülkeler, niteliksiz işgücü, uyuşturucu ve kara para aklama merkezleri olarak oyalanmaya devam ederken küresel gelir ve refah eşitsizlikleri artmaya devam edecek. Ve tabii bu düzen de sürdürülemeyecek, ama üstesinden gelmek de ülke çapındaki akılsız yöneticilerden kurtulmaktan çok daha uzun ve sancılı olacak.

Devlet aklı denen, devletin kurumlarıyla kültürel birikimi bütünüdür. Bu kültürel birikimi akıllıca kullanan devletler, milletlerine temel kamu hizmetlerini sunarak kendilerini de güçlendirirler. Ancak bağımsız ülkelerin devletleri güçlü olabilir ve ancak onlar düşünen, düşündüğünü ifade eden, geleceğini tasarlayabilen insanların oluşturduğu toplumlar hedefler.

Yıkımdan yaratıcılık beklemek de bir umut, ki hiç yoktan iyidir.