Görüş

500 Yıllık Batı Hegemonyasının Sonu mu?

Dünya tarihini incelediğimizde içinde bulunduğumuz sürecin önemli bir kırılma dönemi olduğu görülüyor.

28/09/2023 | Hasan Erel

500 Yıllık Batı Hegemonyasının Sonu mu? - ATASAM

Haçlı Seferleri’nin geçmişi bin yıla, Batı’nın küresel üstünlüğünün geçmişi ise kabaca 500 yıla dayanır. Batı’nın Amerika’yı “keşfi/işgali” 1492’de başladı. Bu, Rönesans ile tetiklenen aydınlanma, laiklik ve kapitalizm çağının bir sonucuydu. Denizlere hakim olan dünyaya da hakim olacaktı. Batılılar Amerikalardan sonra Afrika ve Asya’ya uzandı ve dünyada hegemon güç haline geldi. Avrupa’dan çok önce ise dünya doğulu (güney) uygarlıkların dünyasıydı. Sümer, Fenike, İndus, Türk, Çin, Mısır, Kartaca, Anadolu, Pers, İnka, Hint, Kmer, Maya ve diğer pek çok uygarlık, binlerce yıl boyunca ağırlıklı olarak İpek yolunun kollarıyla sarılan geniş bir küresel ticaret ağında buluştu. Bu dönemlerde yapılan savaşlar istisna, barış ve alışveriş yılları ise olağandı. 

Roma ve İskender’in fetihleri dışında küresel çaplı savaşlar olduğu söylenemez. Daha çok, ticaret yollarına hakim olmak için yapılan bölgesel savaşlar veya çekişmeler vardı. Emperyalizmin zirvesi sayılan 1800’lerdeki sanayi devrimiyle yaygınlaşan Batı merkezli tarih yazımı, dünyanın merkezini Batı, Batılıları da bir tür üstün ırk olarak tasvir etti ve Antik Yunan ile bunu romantize etti. Geri kalanlar ise çeşitli seviyelerde barbar halklardan başkası değildi. Büyük Atatürk’ün deyişiyle “Kapitalizm afeti ve onun yavrusu Emperyalizm”, elde ettiği büyük güç sayesinde sadece siyasi, ekonomik ve jeopolitik değil, bir çeşit moral üstünlüğü de ele geçirmişti. İşte 500 yıl sonra bugün, küresel çapta büyük çoğunluğun kafasını karıştıran ana mesele de budur: her şeyin yanı sıra moral üstünlüğün de kaybedilmesidir. 

Yine biraz tarihte geriye doğru gidersek, kapitalizmin keşfinden sonra ortaya çıkan büyük yan etkisi ilk kırılmayı başlattı. Feodal dönemde yöneticiye boyun eğmeyi tanrının emri olarak kabul eden serfler, sanayi devrimiyle birlikte bilinçlenmeye ve kıpırdanmaya başladılar. “Hastalığın” adı: Komünizm veya sosyalizm idi. Avrupa’da 1800’lerin sonlarında ortaya çıkan Marks ve Engels gibi ideologlar, insanlık dışı şartlarda çalıştırılan yeni köle sınıfıyla buluşunca salgın patladı. Hakim burjuvazi salgını önleyemeyince çareyi sosyal refah devleti ile üretti. Devrimcileri ezerken sosyal demokrasi uzlaşmasına yol vermek zorunda kaldı.Fakat devrimler/salgın yayılmaya devam etti. Savaşlar ve kıtlıklarla sarsılan Asya’daki köylü devletlerde hayat bulmaya başladı. Aşamalı olarak başarıya ulaşan, Rus, Türk ve İran devrimleri, Asya, Afrika ve Güney Amerika’da bağımsızlık savaşları ve son olarak Çin devrimi dünyayı değiştirdi. Sovyetler Birliği her ne kadar neticede başarısız bir deney gibi gözükse de Batı’ya ilk kafa tutan büyük güç olarak tarihte yerini aldı. Onu Çin Halk Cumhuriyeti takip etti. 2. Dünya Savaşı sonrası başlayan ABD yüzyılı esasen İngiltere’den (Avrupa’dan) devralınmıştı. Yani Batı Hegemonyası farklı coğrafyada da olsa devam ediyordu. SSCB’nin 1990’da yıkılması sonrası ABD yanlış bir kanıya kapıldı. Kapitalizmin asıl düşmanı öldüğüne göre artık dünyanın tek ve mutlak hakimi olabilecekti.Bunu küresel çapta 800 üs ve dolara dayalı finans kapital ile yapacaktı. Dolar ve donanma formülü kısacası. Ancak kapitalizmin veya ekonominin temel kuralını unuttu; işgücü, hammadde ve üretim araçları ister özel mülkiyette olsun ister devlet sahipliğinde, ekonomide esastır. Çin merkezli Asya ekonomileri bunu iyi biliyordu. Batı ise emperyalist geçmişinin mirasını yiyordu. 

1973 doların altın karşılığından çıkması, 1998 Asya kur krizinin ardından gelen 2008 ABD yapısal finans krizi ve son olarak ABD’nin Çin ve Rusya’ya yaptırımları 500 yıllık Batı merkezli dünyanın artık sona geldiğinin kilometre taşları olarak kabul edilebilir. Ukrayna’da süregiden Rusya-NATO savaşı ile Tayvan üzerinden beklenen Çin-ABD karşılaşması sadece uzun süren bir çöküşün getirdiği kırılma noktalarıdır. 1990’larda küreselleşme kelimesini kutsal bir şifre olarak telaffuz eden Batı, yeni Demirperde’yi kendi üzerine kapatma eğiliminde. Denizcileşen Çin merkezli Kuşak ve Yol girişiminin genişleyen ticaret ve yatırım haritası, Rusya’nın Batı’yı baypas eden ve Hindistan’a uzanan kuzey-güney ekonomik yolu, yeni ortaya çıkan Arktik meselesi, BRICS +’nın Batı kurumlarına alternatif oluşumu ve gelişimi, Afrika’da sömürgeciliğe karşı başlayan Rus ve Çin destekli gerçek bağımsızlık hareketleri, Kafkasya ve Ortadoğu’da şekillenen yeni Asya jeopolitiği ile Türkiye’nin potansiyel NATO exiti yeni bir dünyanın habercisidir. Bu, elbette önümüzdeki bir kaç yıl içinde gerçekleşmeyecek. Uzun bir sürecin devamı olarak gelişecek. 50 yıldan beri oluşan bu gerçekliğin, artık moral sahada da kendini gösterdiğini söyleyebiliyoruz. Mesela ABD’nin 1990’lardan itibaren gözde olan “Demokrasi ve insan hakları götürme” amaçlı askeri/terörist işgalleri artık geçerliğini yitirdi. 

Bugün, “Kurallara dayalı düzen” söylemi ile eski emperyalist sömürgeci istisnacılık söylemini yeni bir şeymiş gibi yutturmaya kalkmak bile sadece ahlaki değil ideolojik olarak da ABD’nin ne kadar gerilediğinin göstergesi. Veya Ukrayna özelinde, bugün aklı başında kimsenin savunamayacağı Nazilerle açık işbirliği yapmak ve bunu ahlaki olarak savunamamak ve sansüre başvurmak bir başka acizlik alameti. Tüm bunların alternatifi olarak Batı’da yeni icat edilen çözüm ise; Batılı sermaye elitlerinin (temsil örgütü Davos WEF) “Great Reset”i (Büyük Sıfırlama/Yeniden Başlatma) oldu. Dijital ve biyolojik yeni bir tür sanayi devrimini ve bunların getirileri sayesinde yeni bir tür küresel feodalizmi (“Hiç bir şeyin olmayacak –her şeyin sahibi oligarşi olacak- ama mutlu olacaksın”) dayatan bu global dikta rejimi hevesleri şimdiden batıda bile büyük şüphe ve tepkilere yol açıyor. Büyük sermayenin elindeki medya araçları ise yine teknolojinin getirisi olan sansür edilemezlik ve çok merkezlilik ile rahatça delinebiliyor.

Kısacası tarihin yeni bir dönemine hep birlikte tanıklık ediyoruz: Batı merkezli dünya yerine Afro-Avrasya merkezli yeni ve çok kutuplu bir dünya düzenine. Bu da tıpkı komünizmin yaşadığı deneyim gibi, merkezden dışarı değil, dışarıdan merkeze doğru yayılarak farklı bir yol izliyor. O yüzden hakim entelijansiya/burjuvazi bu fikre hala alışabilmiş değil, büyük bir matemin beş evresi olan “inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme”nin henüz öfke kısmındalar!

Pazarlık, depresyon ve kabullenme safhalarına henüz bir süre daha var...